Cumartesi, Eylül 11, 2010

Yeryüzü silindiğinde_sayfa 177

"Fani aldanışları dolarken bileklerinize,
bilemezsiniz evrenler neden karanlık
boşluktadır.
Zaman ikiye ayrılır,
ve
dakikalar yeryüzüne saçılır.
Çığlıklarını duyup
yüzlerini göremediğiniz
ölümsüz kuşlar
yeni bir av için pencerenize dadanır.
*
Gri şehre terk edilmiş
ruhları kör adamların,
burun deliklerinden akan
kanda değildir yaşam.
Ya da
Kilitli yirmi yedi numaralı
kapının ardında.
Geçmiş zaman toplayıcısının,
ayak izlerini
okumaya başladığında
burnuna gelen kokudadır...
Peki, şimdi söyler misin,
zaman kaç yaşındadır?"

Kocaman bir okul koridorunu andırıyordu sokak. İnsanlar oradan oraya koşturuyorlardı.
Sokağın karşılıklı iki kaldırımının ardına sıralanmış binalardan birinin, tek numaralı dairelerinden birinde oturup, pencerenin pervazına dirseğini dayayarak sokakta olup bitenleri anlamaya çalışmak imkansızlıktan öteye gidemezdi ama o pencere kenarlarında oturanlar oradalardı işte ve anlamaya çalışıyorlardı sadece.
O bakkal neden öyle elini kolunu sallıyor? Tesisatçının önündeki küçük kız neden ağıtlar yakıyor? O kadın neden hareketli araçlara aldırmadan eteğini dizlerine kadar kaldırarak yolun sonuna doğru koşuyor? Karşı apartmanın çift sayılı dairelerinden birinde pencereden yarıya kadar sarkmış olan adam ne diye bağırıyor?

Bunu anlamaya çalışmak zordu evet.
Belkide parçaları birleştirmek gerekiyordu.

Koşan kadının kocasıdır pencereden bağıran. Kavga etmişlerdir, kadın evi terk ediyordur. Anne babasının bağırış çağırışından korkan kız tesisatçının önüne inmiş ağlıyordur. Bakkal da sesten rahatsız olmuş elini kolunu sallayarak söyleniyordur. İşte oldu, bu kadar basit.
Bu kadar mı acaba?

*İç yüz

Gelmişlerdi. Kimse farkında değildi, gündelik hayatlarının ardında aralanan kapılar olduğundan...

Bakkalın feryatları; karşısına geçip ruhu için pazarlık yapan Pus Avcısınaydı. Olmaz diyordu. Git buradan, sana verecek bir şeyim yok benim, git hadi... Direnen avını izleyense sadece gülümsüyordu. Gülümsediğinde dişlerinin arasındaki mavi boşluktan kahkahalar yükseliyordu

Tesisatçının önündeki küçük kızın ağıdı, az önce göz göze geldiği Geveze yüzündendi. Korkma demişti yanından geçerken, senin daha zamanın gelmedi demişti ama kız korkmuştu işte. Soranlara tek kelime edemeyecek kadar çok korkmuştu. Ve zamanı dolmamasına rağmen üç saat kırk iki dakika sonra arkasındaki dükkana girip bulduğu ilk kesici aleti kalbine saplayacaktı gözünü kırpmadan.

Koşa koşa sokaktan geçen kadın evine ulaşmaya çalışıyordu. Komşusunda beş çayı keyfi yaparken, kocasının apartman boşluğundan aşağı yuvarlandığı haberini almıştı. Kurtarabilirim umuduyla koşuyordu nefes nefese. Fakat asla, sakat bir avcının gelip kocasının ruhunu çaldığını bilmeyecekti. Kocası çoktan, fani gözüyle o basamakların arasında ölmüştü.

Pencereden haykıran adam, aslında evdeki herkesin yani karısı ve çocuklarının bir anda gözlerinin önünde yok olduklarını birkaç saniyenin ardından geri geldiklerindeyse ölü olduklarını anlatmaya çalışıyordu. Dehşet içinde pencere kenarından öteye adımını atamıyor, arkasını dönüp halının ortasındaki üç cansız bedene baktıktan sonra yeniden bağırarak tekrar ediyordu olanları ve bir ümit yardım bekliyordu birilerinden. Karısıyla çocuklarının gözlerinden ve avuç içlerinden süzülüp halıyı boyayan mavi sıvıdansa henüz haberdar değildi.


"Gözden kaçan küçük bir ayrıntı daha var; onca karmaşanın arasında duyulamayan.
Zaman.
Dakikalar durmadan yeryüzüne yuvarlanıyor...



0 yorum:

Yorum Gönder