Perşembe, Ocak 14, 2010

3. Adım

Bilmediğim bir evdeyim. Buraya nasıl geldiğime dair hiç bir fikrim yok. Antredeyim ve sadece burda ışık var. Ev sessiz, ama huzursuz bir sessizlik. Nefes almayı unutmama neden olabilecek derecede huzursuz. Etrafımda daha önce görmediğim eşyalar var. Bana ait olmadıklarına eminim. Buraya ait olmadığıma da eminim. Herşey yerli yerinde, ortada eğreti duran sadece benim. Çevremi saran buzlu cam kapıların hepsi kapalı ve karanlık. Burada benden başka insanlarda olduğuna yemin edebilirim. Kokuları heryerde...

Sakin adımlar atmaya çalışarak karşımdaki kapıya doğru yaklaşıyorum. Küçük bir tıkırtı duyduğumu sanarak arkamdaki loş koridora dönüyorum birden. Bikaç saniye öylece kaldıktan sonra yarım kalan adımımı tamamlayıp önümdeki iki kapıdan bana en yakın olana doğru yürümeye devam ediyorum. Bu arada üstüme nasıl giydirildiğini dahi hatırlamadığım kıyafetlere bakıyorum. Sanki sırf çıplak kalmamam için giydirilmiş alelade kumaş parçaları. Benden önce acaba kimin belindeydi bu etekten bozma pijama. Mideme bir kramp saplanıyor. Tiksiniyorum. Öfke beynimden kopup tüm vücudumu sarıyor. İçten içe dizginlemek zorunda olduğumun farkına varıyorum ve bu kontrolsüzlük, kendimi engellemeye çalışıyor olmam içten dışa beni saran titreme nöbetini tetikliyor.

Sol çaprazımdaki aralık kapıdan girmeye karar veriyorum. Titreyen ellerimi uzatıp itiyorum kapıyı usulca. Büyük ve bomboş bir oda bu. Tül perdeler dışında hiçbir eşya yok. İçimi bir umut dolduruyor aniden. Hızlı adımlarla girip karşımdaki kocaman pencereyi açıyorum. Gün birkaç saat içinde doğacak hava aydınlanmaya başlamış. Pervazdan aşağı sarkıp yükseklik tahmini yapmaya çalışıyorum. Sandığımdan çok daha yüksek. Tek bacağımı sarkıtıp tutunuyorum çerçevelere. Gözlerimle düşeceğim yeri hesaplamaya çalışıyorum. Bacağımın üstüne düşersem kesinlikle kırılır, korkuyorum. Korkuyorum çünkü bacağım kırıkken kaçmamın imkanı yok. Arkamı dönüp boş odaya bir kez daha baktıktan sonra herşeyi göze alıp yeniden sarkıtıyorum bedenimi aşağıya. Sonra başımı kaldırıp etrafa bakıyorum. Aşağıda ağaçların ardındaki yola ulaşabilirsem bana yardım edecek birilerini bulabilirim diye düşünüyorum. Tam o sırada antredeki kapılardan biri açılıyor. Uzun, ince yapılı, benden çok büyük olmadığını tahmin ettiğim bir çocuk çıkıyor dışarı. Başını sola çeviriyor ve kapısını ardına kadar dayadığım odanın pencere pervazında oturur halde görüyor beni. Şaşkınlıkla geçen birkaç saniyenin ardından. Gözlerinde gördüğümün merhamet olduğunu düşünerek pencereyi bırakıp yanına gidiyorum. Diğerlerinin uyuyor olduğunu düşünerek fısıldıyorum. "Lütfen bırak beni gideyim. Kimse görmez, yakalanırsam söylemem söz. Hadi ver şu kapının anahtarlarını. Lütfen..." Düştüğüm durum, yaşamak zorunda olduğum bu çıkmaz, adını dahi bilmediğim birine bu denli yakarıyor olmam tek kelimeyle kapana kısıldığımın kanıtıydı. O gözlerime şaşkınlıkla bakıp ne yapması gerektiğini düşünürken bende umutla "lütfen" diye sayıklamayı sürdürüyordum.

Korkusu merhametine üstün geldi ve "yapamam" dedi. Tek kelime, bunca düşünmenin üstüne tek bir kelime "ya-pa-mam"
Güneş doğuyordu. Antrede yalvaran bir kız ve merhameti çalınmış bir oğlan çocuğunun üstüne doğuyordu güneş. En çirkin haliyle doğuyordu. Bir daha asla böyle bir fırsat yakalayamayacağımı bile bile doğuyordu. Saklandığım yerden beni çıkarmak, ortada öylece bırakıp herkesin görmesini sağlamak için doğuyordu. İçerdeki insanları uyarmak için, yolumu tıkamak beni adını koyamadığım bir lanetin içine sürüklemek için doğuyordu...


03.10

0 yorum:

Yorum Gönder